“Bu ülkenin artık gerçekle yüzleşmesinin zamanı geldi. Toplumun bu konudaki tutumu çok ikiyüzlü. Bahsettiğiniz hava sadece ekonomik göstergelere göre değişiyor. Türkiye’nin, Avrupa Birliği sorununu yalnızca ekonomiye indirgemek… Ayrıca bir ülkenin kâğıt üzerinde zenginleşmesi, göstergelerin iyi olması, toplumun zenginleşmesi anlamına gelmiyor. Zaten bu konuda ülkenin el birliği ile kendini kandırdığını düşünüyorum. Toplum her geçen gün dilencileşiyor, hak etmediğini istemek ve beklemek normal hale geldi. Sıra satılan bir ülke nasıl ekonomik olarak gelişmiş olmakla övünebilir. Eskihisar-Topcular hattında 20 lira fazla veren en öne geçiyor.”
“Her şeyden önce çelişkili insanım. Daha zayıf biri olsaydım şizofren olabilecek kadar çelişkili, bölünmüş bir tip olurdum. Başta kendim olmak üzere her şeyi durmadan sorguluyorum. Bunu yaparken inanç geliştiremeyip durmadan sorular sorarsanız ve bu sorgulamaları gündüz değil de gece yaparsınız çelişkili olmamanız imkânsız. Ama bu bana göre çok normal ve sağlıklı bir şey. Ayrıca insan birçok ve birbirine zıt dürtülerden meydana gelmiş bir varlıktır.”
“Bizim tutarlılık dediğimiz şey bu dürtüleri tekleştirip insanı homojen hale getirmekle mümkündür ama bu imkânsızdır. Daha doğrusu kendimizi kandırmakla ve yalan söylemekle mümkündür. Bunu her toplum yapar; yapmaya da mecburdur ama Türkler bunun en faşizan, en ideolojik, en hamasi ve gerçekçi olmayan şeklini yapar. Bu yüzden çelişkili olmak bu toplumda aşağılayıcı bir şey olarak kullanılır. Bu toplumun en önemli özelliklerinden biridir bu; doğasıyla gerçeğiyle yüzleşmemek. Gündüz iyi, doğru, güzel ve ahlaklı olan ne varsa giyilir, akşama kadar oynanır, ama gece olup karanlık çökünce kurt adam gibi gerçeği ortaya çıkar. İşkence tezgâhları kurulur, güçlüler güçsüzlere, erkekler kadınlara, onlar çocuklara, kısacası gücü yeten yettiğine. Yalanlar söylenir, her türlü zulüm yapılır. Ertesi gün bir kısmını gördüğünüz üçüncü sayfa haberlerinin çoğu geceleri yaşanır, geceleri tasarlanır. Ama ertesi gün hiçbir şey yokmuş gibi yola devam edilir. Çıplak gerçekle ilgilenen herkes bu toplumda çelişkili, anlaşılmaz ve marjinal karşılanır ve toplum bu insanları asla affetmez.”
“Birkaç tane öğrencinin mahkemesine gittim. 12 Eylül’de benim yargılandığım mahkemelerden daha korkunç geldi bana. 12 Eylül’de yaşadığım fiziksel şeylerden dolayı hâlâ tedavi gören birisi olarak şunu açıkça söyleyebilirim ki; o zaman ruhumuz bu kadar acımıyordu. Çünkü cuntanın, polisin neler yapacağını bildiğimiz ve kendimizi buna göre hazırladığımız için bu kadar belirsizlik yoktu ortada. Kafamız bu kadar karışmıyordu. Ama Avrupa Birliği, demokrasi, hak-hukuk denilip poşuya iki sene, Grup Yorum’a gözaltı, pankarta üç sene ceza verirsen konu bambaşka bir hal alıyor. İnsanlar komünist olacak, devrim yapmak isteyecek, şeriat kurmak isteyecek, başka hayat isteyecek, düşünecek, hayal edecek ve toplumun bir arada yaşama güveni böyle böyle gelecek. Ama her şeye biber gazı, her şeye copla en fazla böyle korkak, ikiyüzlü bir toplum olabiliriz. Ve böyle bir toplum satar, dün Menderes’i, Demirel’i, askeri vesayeti satan toplum yarın AKP’yi de satar. Bugün herkesin herkesten korkmasının, herkesin güçlü olanın, silahı olanın suyuna gitmesinin nedeni de bu. Kaldı ki bu hükümetin en büyük şansı, 20 senedir baskıdan dayaktan mum gibi olmuş bir toplumu yönetiyor olmasıdır.
Bu hükümetin getirdiği en olumlu şey; gözaltında kayıplar, yargısız infaz ve işkencenin eskiye göre çok azalmış olmasıdır. Ama arada 30 sene var, bu kadarcık bir fark olsun zaten.”
* Siz de pek çokları gibi Kürt sorununun çözümü için önemli bir dönemeçte olduğumuzu düşünüyor musunuz?
Burada bir halkın mahrumiyeti, varlığı, dili, acılar, ölüler, anneler dışındaki her şey kurgu. Ben artık çok utanıyorum, çok sıkıldım ve kendimi çok çaresiz hissediyorum. Çünkü bu kurguyla, binlerce yalanla uğraşacak gücüm yok. Bu mesele bu ülkede her dönem değişik şekilde korkunç bir istihdam yaratıyor. Ve bir sürü işe yaramaz insan, hatta başka şekillerde koskoca toplum bile bu kurgudan, yaşanan bu kötülüklerden besleniyor. Bu ülke bir tek kafasına sıkmadan sürekli kendi topuğuna, bacağına koluna sıka sıka yaşamaya başladı. Ve hızla kafasına sıkmaya doğru ilerliyor. Sanki kendini yok etmeye çalışarak var oluyor. Artık bunu düşündürtmeye başladılar bana. Korkunç olan şu ki; o meselesi, bu meselesi derken hiç önemi olmayan, tartışılması bile utanç verici olan konularda onbinlerce insanın hayatları gitti. Madem bugün 12 Eylül’ü savunan tek bir insan kalmayacaktı da o kadar insan neden öldü.
– Bugünkü görüşme süreçlerinden bir uzlaşma, anlaşma çıkmaz mı yani?
Bir anlaşma da olsa, bu daha iyi bir hayat, daha kardeşçe bir yaşam kurma arzusuyla değil, ‘Kimin gücü kime yeterse’ anlaşması olacak. İnsanlar korkmaya, kötü düşünmeye devam edecekler. Çünkü iyi eğitim almış, dünya iyisi insanlar bile bu kadar paranoya içindeyken ve bu paranoyanın ortadan kalkması için hiçbir çaba gösterilmezken, dağda kim ne kadar güçlüyse; anlaşmanın kriteri, hak, hukuk, insanlık, özgürlük değil bu olur.”
ile12 Eylül’de ruhumuz bu kadar acımadı – Hürriyet Kültür Sanat.