Sen bilirsin ama;
“Sanılanın aksine, duygularımız düşüncelerimizi değil düşüncelerimiz duygularımızı oluşturur. Olaylar karşısında vereceğimiz tepkiyi oluşturan temel neden, ısrarcı tekrarlarla sağlam hale getirdiğimiz nöral ağlardır.”
Yani senin o çok önemseyip hayatını üzerine kurduğun ve peşinden koştuğun, aslında kronikleşmiş yanlış düşüncelerindir.
Bunları önemsemelisin evet, ama neden kurtulmak gerektiğini, sende neyin yanlış olduğunu görmek için önemsemelisin.
Devam ediyor
Bizde, uygun bir delik (düşünce) olmadıkça dışarıdan bir anahtarla (olay) açılacak bir kapı yoktur. Kişilik böyle oluşur.
Güzel haber, kullanılmayan nöral ağların arasındaki bağlantının zayıflayıp kopmasıdır.
Bilinçli bir biçimde düşüncelerimizi izleyerek, istemediğimiz nöral ağın zayıflayıp nihayet yok olması gibi bir süreci yönlendirebiliriz.
Düşünceler vücutta kimyasal oluşumunu tetiklerler, hücrelerimiz her gün sağanak halinde gönderilen kimyasallara alışkanlık geliştirirler.
Bu kimyasallar, ulaştıkları dokulardaki hücrelerin yüzey alıcı bölgelerine, anahtar-kilit modeli olarak yerleşir. Orada güçlü bir etkileşim olur, bu etkileşim hücre çekirdeğinde değişikliklere neden olur.
Yoksunluk durumunda, artık bir bağımlı haline gelen hücre alarm verir. Örneğin; öfke hormonu yoksunluğunun sinyalini (üretim talimatını) alan beyin (zihin) hafıza aynasında eski olayları inceleyip, frontal lobda resimler oluşturur.
Burada hem anılarımız hem de duygu tepkileri vermemize neden olan düşüncelerimiz, başka bir deyişle birer kimlik altında oluşmuş olan nöral ağlarımız tarafından çekilen fotoğraflar gözden geçirilir.
Vücudumuz o sırada hızla şunu araştırıyordur: Bu kişi/ben ne olunca öfkeleniyordu/m? Bu işlem sonucunda uygun fotoğraf bulunur ve böylece bizi hep sinirlendiren şeye yine sinirleniriz: Trafikteysek yolumuzu kesen sürücüye hiddetle küfrederiz; evde eşimize, çocuklarımıza…
Zaman zaman, nedenini bilmediğimiz bir kızgınlık bile yaşayabiliriz; dışarıda kızgınlığımızı yönlendirebileceğimiz bir nesne yoktur, şaşırırız; gerçekte bütün olay içeride olup bitmektedir.
Ve takipçilerden birisi değerli bir katkıda bulunur:
“Görmeyi öğreniyorum. Bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. Bir iç dünyam varmış da bilmezmişim. Her şey şimdi oraya gidiyor. Orada neler olup bittiğini bilmiyorum…” Rilke
Ve bu yoruma cevap olarak:
Ne düşündüğümüzün farkına varmak büyük adım. Zihnimizin yaşamımızı arsızca istilâ ettiğini fark etmek sarsıcı bir deneyim. Meditasyon, namaz, yoga, dua etmek gibi ritüeller hep buna yönelik ama anlaşılmıyor bir türlü.
“Özgürlük önyargısız düşünebilmektir.” Zor hedef!
Bir başka yorum:
İşsizlikle ve boşlukla birlikte, sürekli hiçbirşey düşünmeden düşünen kendime, ne düşünüyorsun diyorum.
Cevap, düşünmeden düşünüyor muşum. Hayatın en acı yanı da bu olsa gerek.
Cevap:
zihin berbat bir öğütücü makina bu yönüyle.
Sonuç
Düşüncelerin hareketlerini, hareketlerin alışkanlıklarını, alışkanlıkların benliğini (karakterini) oluşturur.
(Olumsuz) Duyguların ise, beyninde oluşmuş kısır döngülerin sonucu olan zararlı sonuçlardır.
İşin güzel kısmı bunu düzeltebiliyor olmak; kendimize odaklanıp neyi, niçin yaptığımızı fark edersek; hata üreten alışkanlıkları kırmak mümkündür.
Kendini bil ve:
Bilmeye cesaret et (sapere aude).
İmmanuel Kant