Daha ileri okuma: Vazgeçme (tıklayınız)
olgunlaşma
olgunlaşma etiketli tüm yazılar
Bir çocuğun büyümesi aslında hayal kırıklıkları ve vazgeçişler ile başa çıkabilmeyi öğrenme ve evrilme sürecidir. Büyümenin her aşamasında bir önceki dönemin getirilerinden vazgeçmek de öğrenilir.
Oral dönemi (0-1 yaş) geride bırakan bebek artık anne memesinden ve her şeyin merkezinde olduğu duygusundan vazgeçip temel güven duygusu kazanmakla meşguldür.
Anal dönemi (2-3 yaş) terk ederken inatlaşma ve özerklik duygusunun en zirvedeki halini geride bırakır ve ebeveyni ile uzlaşmayı öğrenir.
Fallik dönem (3-6 yaş) ile birlikte karşı cinsten olan ebeveynine aşkını doruk noktada yaşamaktadır ve aynı cinsten olan ebeveyni ile rekabet halindedir.
Ödipal süreç ile birlikte erkek çocuk için kastrasyon (anneye olan aşkından dolayı baba tarafından cezalandırılacağı) endişesi ile anneye olan aşkını hayranlığa dönüştürüp baba ile özdeşim yapma süreci başlarken, kız çocuk da babaya olan hayranlığını bir başka sevgi biçimine dönüştürüp annesi ile özdeşim yapma sürecine yönelir. Çocuk, her bir gelişim aşamasından birtakım becerileri edinmiş olarak çıkar ve büyür ama önceki dönemin keyif veren yanları ile de vedalaşır.
Chasseguet-Smirgel’in deyimiyle her yeni kazanım bir önceki dönemin nesnesinin ve “var olma biçimi”nin yasını da içerir. Çocuk, anneden aldığı onay hissi ile sonraki dönemlere kararlı şekilde ilerlemelidir.
Özlem Önen, Psikeart, Beklenti
Büyümek ve sonrasında olgunlaşmak; vazgeçmeyi öğrenmektir bana göre.
Biraz daha açmak gerekirse:
Bebeklik vazgeçmemekle, olgunluk vazgeçmeyi becerebilmekle oluyor. O geçişi yapabilmiş olmak, hayatla sağlıklı ilişki kurmak demek.
Öz(güven+saygı+yeterlilik) ve sağlam ilkeler ile her seferinde kendine gelmek mümkün.
Ebeveyn, doğru çevre; insan ancak insanla mümkün oluyor zira.
mat
Daha ileri okuma:
Gülgün hanım, her zamanki gibi düşündürücü, İngilizlerin “thoughtful” dedikleri türden bu dizisinde, ruhumuzdaki çocukluk eğilimine ve bunun demokrasiyi yeterince hayata geçiremememizle ilişkisine değinmiş. Bu konuda birkaç söz:
İngilizce ve Fransızca dillerinde, küsmek sözcüğünün tam bir karşılığı yoktur: Alınmak, gücenmek vardır ama küsmek yoktur. Almanca’da var mıdır bilmem.
Freud, şimdi künyesini hatırlayamadığım bir yazısında, “çocuğun ideali kendisidir” demişti. Bu sözü çok önemli. Aslında, uygarlığın idealin(in) benlikten ayrılmasıyla başladığını bile düşünebiliriz ki benim Utanç kitabımda ileriye sürmeye cesaret edebildiğim tez buydu.
Öte yandan, ilk çocukluk yaşantısı bir çok kişi için cennetsidir. Kaybedilmiş bir saadettir (bliss) bu döneme cennetsiliğini kazandıran. Peki saadet nedir? Pek de hoş bir şey değildir. İstediklerinin sırf sen istiyorsun diye gerçekleştiğini sandığın büyülü bir dünyayı niteler.
Küçük çocuk az sayıdaki ihtiyaçları karşılanmadığında hissettiği rahatsızlığı dışa vurur. Çırpınır (kundak çocuğu) veya ağlar (zırlar). Genellikle annesi onun rahatsızlığını doğru yorumlar (empati) ve ihtiyacını karşılar. Bu esnada neler olur?
Henüz yeterince ayrışmamış olan küçük çocuk (infant), sözü geçen rahatsızlığın, sırf o bitmesini istiyor diye sona erdiğini sanır. Çünkü ne mutfağı bilir ne sütü ne sütün ısıtıldığı ocağı ne de biberonu. O rahatsızdır ve bunun bitmesini ister ve rahatsızlık biter. Harika değil mi?
İşte buradaki büyülü tatmin, saadet hissidir. Ama işler nep böyle yürümez. Anne de bir insandır ve işleri aksatır. Belki hastadır belki yorgundur belki önemli sorunları vardır vs. O zaman çocuk istemesine rağmen rahatsızlığı bitmez.Yani hayal kırıklığıyla tanışır. Bu çok önemlidir çünkü ayrışmasına eşlik edecek bir duygudur hayal kırıklığı. Onu engelleyen şey her neyse ondan kaynaklanmıyordur. Böylece gerçeklik kendisini ona gösterir. Gerçeklik ona direnendir ki Lacan’ın fikri bu biliyorsunuz. Her neyse, bu gecikmeyle birlikte çok önemli üç şey olur.
İsteklerinin karşılanması gecikince, küçük çocuk, ilk önce, gecikmeyle birlikte zaman hissini tanır. 2. olarak gecikmenin uzattığı rahatsızlıkla baş etmek zorundadır yani kendini kontrol etmeyi öğrenir. Üçüncü olarak da, ayrışır. Bu büyük üçlü öznelliğin temel kapasiteleridir.
Erteleyebilmek, ayrışmak ve zaman. Bu üçü söz verebilmek için gereklidir. Yani imza atmak için. İmza atmak yani söz verebilmek, uygarcadır (medenidir). Lakin bunun bedeli hayal kırıklığıdır. Artık saadet yoktur. Yani çocukluk cenneti kaybolmuştur. İnsan öznesi hep hüzünlüdür.
Bu “ne istediysem oluyor” hissi büyüklenmeci benliğe dinamizmini veren tümgüçlülük yanılsamasıdır ve aslında tüm ideallerin de kökenindedir. Bebek kaybettiği tümgüçlülüğü geri kazanmak ister. Bunu nasıl tekrar elde edebilir. Kaybettiği mükemmelliği annebabasına atfedebilir mesela
Sonra hocasına, kocasına, liderine, ırkına şuyuna buyuna atfeder ki o da onun bir uzantısı olarak bu tümgüçlülükten pay alsın.
Bu yüzden ideal düzlemi riskliden de öte tehlikelidir.
Freud ego ideali ile üst beni bazen birleştirmiş bazen ayırmış. Ben ayırmak taraftarıyım. Üst ben ideal katını denetliyebiliyorsa pek sorun yoktur ama denetleyemiyorsa büyüklenmecilik kapıdadır ve Tr’de bu çok sık rastlanan bir hâldir.
Bir bakıma uygarlığın içkin hedefi (yine büyük laf) insanların başa dönmeleri yani küçük çocuk gibi olmalarıdır. İdeali kendisi olan çocuk gibi. Bence Nietzsche’nin ideali olan çocuksuluğu verirken kastettiği buydu. Çünkü başka türlü kendini olumlayamaz insan.
Ama buradaki risk hatta tehlike büyüklenmeciliktir. Büyüklenmecilik demokrasinin gizli düşmanıdır. Kaybetmek olgunlaştırır ve bu olgunluk kazanılmadan demokrasi bu kadar oluyor işte. Kaybederek olgunlaşan, küsmezdi
Katılıyorum; kendi olmak biraz da “sadeleşmek”. Zirve nasıl, toprağı bitkiyi sıyırır, insan da olgunluğa girerken bazısından azade oluyor.
Zirve soğuktur ve yalnızlıktır derler ya, işte dinamiği biraz da yukarıdaki gibi. Zamanla yağmur ve rüzgar toprağı sıyırarak zirveyi kuru taş yapıyor. Bir yandan ulaşılması zor fakat bir yandan da kendin olmak, kendinin zirvesi olmak yalnızlaşmayı da içeriyor sanki.
Zira birey olamayanlar, bir şeyler olurlar.
Da, yaratıcılık sorun yaratmak değildir; kendini yar(at)maktır.
Sedat Kapanoglu, @esesci paylaşmış:
“çocuk, her yetişkinin kusurlu olduğunu anladığı gün ergen,
onları affettiği gün yetişkin,
kendisini affettiği gün ise bilge olur”
alden nowlan
Yıllardır okurum yazarım, üzerine özlü sözlere düşkünlüğüm de vardır. Bunun kadar öz, tecrübe dolu cümleye az rastladım.
Ve şu lafı hatırlattı bana:
İnsan hayatı üç evreden oluşur:
Dünyayı değiştirebileceğini düşündüğün, dünyayı değiştiremeyeceğini fark ettiğin ve dünyanın seni değiştirdiğini kabullendiğin evre.
Yine de yukarıdaki (en üstteki) lafın daha kapsayıcı ve derin olduğunu düşünüyorum çünkü her şeyin, daha doğrusu hayat denen şeyin en çok, insanın kendisiyle ilgili olduğunu artık biliyorum. Ve kişisel gelişim ya da kemale erme ya da olgunlaşmadan sonraki evrenin bir şekilde dönüp dolaşıp affetmeye çıktığını sezinliyorum.
Ve en yukarıdaki laf da, gördüğüm en kısa ama katmanlı ifadelerden biri….
Sen güzelsin.
Eylem ve söyleminin sonuçlarını bir tık hesapla.
Önüne taş yığma.
*
Kendine hedef koy.
Beynine, kalbine: ‘Yol bu!’ de,
onlar zamanla halleder.
Kalbin kişileri, gönlün yaşanacak anları getirir
Sen değişmek isteyince istediğin şey için doğru yer ve doğru kişide olursun.
Şüphe etme: ‘Doğru hareket için yanlış zaman yoktur.’
Geç kalınmaz aslında.
İnsan kendini zor yakalar bazen.
*
Ben senin hakkında senden daha olumlu bir kanaate sahibim.
Şöyle düşün
Sadece kendin oluyorsun. Korkacak bir şeyin yok.
İnsan kendini tanıyınca sever.
Tanısan kendini seversin 🙂
*
Bir gün (yakınlarda hatta): “Anladım.” diyeceksin.
O zaman kendinle bir konuşma yapacaksın farkında olmadan.
O zaman da kendi sırrına ereceksin.
*
İnsan yalnız sözle insandır ve yalnız başka bir insanla kendi olur.
Dersini almak için çıkar karşına insanlar; unutma.
Dersini alınca değişirsin unutma. O yüzden aynı kişide takılma.
O artık dersi almazdan önce sevdiğin kişi değil. Seninle birlikte o da değişti ve artık onu özgür bırakmalısın. Yoksa aynı kişide aynı derste aynı yerde aslında kendinde takılı kalırsın.
(16/11/2016’dan)
Kimse kendisinden başkası değildir, yalan söylememeyi öğrendiğinde.